16 Mayıs 2008 Cuma


Kim konuşabiliyorsa insandır çünkü konuşma bilgeliktir demiş yazar Akın Önen. Öyle ise söz beyne değil beyin söze egemendir. Yani dil insan beyninin düşüncesinin bir ürünü ve o düşüncenin anlatımıdır. İnsan düşündüğü için dil vardır diye sürdürüyor dil anlatımını. Bizi diğer canlılardan ayıran en büyük özelliğimiz de dilimizdir

Edebiyatı yakından takip edenler iyi bilir son günlerde nerede bir edebiyat lafı geçse bir Türkçe lafı geçse hemen ardından gelen ilk laf: Yozlaşmak olur. Anlam veremesem de biraz araştırdım. Bakalım ne diyor sayın Türk dil kurumu bu yozlaşmaya:


Yozlaşmak
1. Özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle zamanla yitirmek, soysuzlaşmak, özünden uzaklaşmak, bozulmak, tereddi etmek.
2. Dönüşen:
3. Bir şeyin, manevi anlamda değer yargılarını, özelliklerini ve niteliklerini yitirmesi, bozulması, özünden uzaklaşması:

PEKİ DİLİMİZ NEDEN YOZLAŞIYOR?...

Dilin yozlaşmasına neden olan en önemli etken, aşağılık takıntısıdır. Bu takıntı sonucunda, dünyaya kültürüyle hâkim olmuş uluslara öykünmenin bir sonucu olarak o ulusun dilinden kelimeler ödünçlemeye başlarız. Dilde sıklıkla kullanılan kelimeler, içerdiği seslerden dolayı yabancı dile karşı içte bir sevgi oluşturur. Daha ileriye giderek o dilden dilbilgisi kuralları almaya başlarız. Artık ana dilimiz kullanımdan düşmüş olur. Türkçe okuma yazma bile bilmeyen halkımızın kırdıra kırdıra “ADSL”nin seslendirmesini, İngilizce olarak “ey-di-es-el” şeklinde yapmaları yozlaşmanın ulaştığı aşamayı göstermesi bakımından sadece bir örnektir.

Dilin yozlaşması ile ilgili diğer önemli bir etken de, Türkçeyi kullanan aydınların toplumda öne çıkmak ve isim yapabilmek için yabancı kelime kullanma hayranlığıdır. Okuduğumuz ve dinlediğimiz Türkçe içinde geçen pek çok yabancı kelime bu nedenle dile girmiştir,

Tüccarımız ticarethanelerinin tabelalarını bile yabancı kelimelerle adlandırıp Türk sokaklarını yabancı bir ülkenin sokaklarına çevirebilmektedir. Dil bilincini almış olan bir İngiliz ise Türkiye’de ayakkabılarını satacak olan kişiden ayakkabı kutusu içine İngilizce Kullanım Kitapçığı koymayı şart koşabilmektedir.



Bir de ilginç kelimelere öyle takıyoruz ki anlamına hiç önem vermeden olur olmaz yerlerde kullanıyoruz. Mesela;

Televizyonda bir benzin istasyonunun tanıtımı… Bir adam arabasıyla istasyona giriyor ve görevliye “Depoyu fulle.” diyor. Her halde arabasının deposu “fullenince” daha çok “dolacak”. “Depoyu doldur.” dese, depo dolmayacak. Hani Türkçeyi yetersiz görüyorlar ya! Adamcağız da bu aşağılık takıntısının dışavurumundan oluşan saçma sapan savlara inanmış olacak ki, “doldur” demiyor; diyemiyor. ”Doldurmak” sözcüğü yok ediliyor göstere göstere.

Sonra adamcağız radyodan, başka bir istasyonda daha ucuza benzin satıldığını duyunca dilinden “ful” sözcüğü alınmış gibi bağırıyor : ”Fulleme, fulleme, fulleme! Fulledin mi? Ne kadar fulledin? Keşke fullemeseydin ya!” Adamcağız, fulle(mek) eylemini değişik zaman ve biçimlerde kullanarak Türkçe öğretmenlerine dilbilgisi derslerinde kullanılmak üzere eşsiz(!) örnekler sunuyor:

“Evet çocuklar, bugünkü dersimizde, görülen geçmiş zamanın çekimlenmesini öğreneceksiniz. Önce bir eylem seçelim, sonra da bu eylemi çekimleyelim :
tekil : fulledim, fulledin, fulledi,
çoğul : fulledik, fullediniz, fullediler.
Haydi, şimdi siz söyleyin bakalım.”


Full kelimesi de Türkçemiz için çok büyük tehdit oluşturan İngilizceden gelmektedir dilimize.

Elbette ki küreselleşen Türkiye’nin yabancı kültürlerle ilişki içinde olması, başka dillerden etkilenmesi normaldir. Küreselleşen dünyada yiten değerlerimizden birisi de dilimizdir

Türkçemize sahip çıkmak adına dilimizi yabancı kelimelerden arındırmalıyız. Unutmamalıyız ki Yazan ve konuşan her kişi dinleyen ve okuyan biri için Türkçe öğretmenidir, aynı zamanda. Bu yüzden kullanacağımız kelimelere özen göstermeliyiz.